1997 yılının başında Dune serisinin ilk cildini çevirmeye başladık. İngilizceden literatürü takip eden bizim gibi bilimkurgu meraklıları Dune’dan haberdardı. Çeviriyi heyecanla bekleyenler vardı. Yine de okur kitlesi bununla sınırlı olmadığı için, Frank Herbert’ın serisi hakkında bilgisi olmayanlara da ismiyle fikir versin diye düşünerek kitabın ilk cildine Türkçede “Çöl Gezegeni Dune” adını verdik. Bu yazıda kısaca, Dune’u nasıl bir bakış ve yöntemle çevirdiğimiz anlatmak istiyoruz.
Frank Herbert, Dune Ansiklopedisi’nin editörü Willis McNelly’yle yaptığı bir röportaj sırasında Çöl Gezegeni Dune’u yazarken her bir cümleyi sesli olarak okuduğunu belirtiyor. Biz de çeviri sırasında her bir cümleyi sesli okuyarak çevirdik. Bu da ses oyunlarını fark etmemizi sağladı. Çölde geçen bölümü çevirirken “S” sesi dikkatimizi çekti. Dönüp tekrar okuduk. Çöl bölümlerinin anlatıldığı yerlerde, yazar kumun sesini yansıtan “S” harfini yoğun olarak kullanıyordu. Kitaptaki bir cümle bunun güzel örneklerinden biri: “Has Paul passed his test on the sand?” Biz de bölümün başına dönüp, kumda yürüyüş hissini verecek şekilde çevirimizi değiştirdik, “S” harfinin daha çok duyulacağı bir hale getirdik.
Yazar, başka harflerin tekrarına dayanan ses oyunları da yapmıştır: “ ‘The Harkonnens have hindered and hounded and hunted me for the last time’ he thought.” Benzer şekilde Türkçede de çeviri esnasında uygun yerlerde ses oyunlarına yer verdik: “Körpe kamış kolay kırılır”, “Topter tekrar titredi”, ” ‘Güm. . .güm. . .güm. . .güm. . .’ diye gümlüyordu gümler.”
Yine çeviri esnasında cümleleri sesli okurken düzyazı içinde hece ölçülü ya da uyaklı yerler olduğunu fark ettik. Romanda “seci” kullanılan örneklerden birini şu şekilde aktardık:
“…senin sorunun yanıtı, genç wali, ben ödemem Harkonnenlere fai…”
Örneğin “What is it a midget?” cümlesini de şöyle Türkçeleştirdik: “Cüce midir nedir?”
Özellikle Japon şiiri formlarından 5-7-5 hece ölçüsünde 3 dizeden oluşan Hayku ve 5-7-5-7-7 hece ölçüsünde 5 dizeden oluşan Tanka benzeri cümlelere de rastladık. Biz de bu tür cümleleri, hece ölçüsü kullanarak Türkçeye aktardık. Farok ve sima dansçısının melodik sözleri de bu cümlelerdendi:
Farok konuşurken, sözleri, oğlunun balisetinden gelen melodiyle garip bir şekilde uyum içindeydi: “Hançer-i figanım, on litrelik su halkam, bir de babadan kalma mızrağım vardı, bir kahve takımı ve kırmızı bir şişe, camı siyeçimin tüm anılarından eski. Baharımızda kendi payım vardı; ama param yoktu. Zengindim ama bunu bilmiyordum. İki karım vardı: biri çirkin ve değerliydi, diğeri salak ve dik kafalıydı; ama melek gibi bir yüzü ve vücudu vardı. Ben bir Fremen Naibi’ydim, bir solucan binicisi, bir devin efendisi ve de kumun.”
Hayatın karşı tarafındaki delikanlı melodinin temposunu artırdı.
“Çok şey biliyorum, üzerinde düşünmeme hiç gerek olmayan,” dedi Farok. “Biliyorum ki su var, kumumuzun ta dibinde, esir olmuş, Küçük Yaratanlar’a. Biliyorum ki atalarım, Şeyh-hulud’a bakireler kurban ederdi…ta ki Liet-Kynes bize durun diyene dek. Bu yanlıştı, durmamalıydık. Solucanın ağzındaki o mücevherleri gördüm. Ruhumun dört kapısı var, dördünü de biliyorum.”
Romanda düzyazıdaki bu şiirselliğin yanı sıra çevirmekten çok zevk aldığımız şiirler de vardı.
Frank Herbert, romandaki kimi sözcükleri Arapça başta olmak üzere İbranice, Türkçe ve Latince’den (bozarak da olsa) ödünç almıştır.
Arapça ve Türkçe’den aldığı sözcüklerden bazıları:
Su, kan, ruh, ulema, selamlık, aba, baklava, mişmiş, portakal, yalı, sırat, şeyhname, müdir, Ramazan.
İbranice:
Kuisatz Haderah (yolun kısalması), Bene Gesserit (köprünün çocukları)
Latince:
Panoplia Propheticus (Türkçe’ye “törensel kehanet” olarak aktarıldı), Missionaria Protectiva (Türkçe’ye “koruyucu misyon” olarak aktarıldı)
30 Ocak 1997’de başladığımız ilk cildin çevirisini 1804 saat çalışarak tamamladık. Çeviriye başlayıp bıraktığımız saatleri kaydetmişiz, o nedenle bunu bu kadar kesin olarak söyleyebiliyoruz. İncelemek isteyenler olursa, programı da siteye ekliyoruz.
İki kişi çeviriyi nasıl yaptığımızı soran çok oldu. İki kişi bilfiil bilgisayarın başına oturuyorduk. Birimiz İngilizce metinden bir cümle okuyup sesli olarak çeviriyor (Arzu), diğerimiz (Deniz) yazarken kendi önerilerini getiriyordu. Bu noktada anlaşamazsak çeviriye ara verip üzerinde tartışıyorduk. Çeviriye bakışımız çok yakın olduğu için genellikle çabuk sonuca ulaşıyorduk ama bir virgül yüzünden bir gün boyunca tartıştığımız da olmuştu.
Çeviriye kitabın sonundaki sözlükten, yani İmparatorluk Terminolojisi’nden başladık. Buna gerçekten geniş bir zaman ayırdık. Böylece ilk sayfaya başladığımızda, Türkçe’de bütün temel terimleri oturtmuştuk.
Karakterler arası ilişkileri detaylı görebilmek ve bir bağlantıyı kaçırmamak için ailelerin soyağaçlarını oluşturduk.
Sene 1997 olduğu için, internet bağlantımız yoktu. Frank Herbert’ın farklı dillerden ürettiği kelimelerin kökenlerini ve bilimsel terimlerin Türkçelerini sözlükler, kitaplar ve ansiklopedilerden arıyorduk. Daha önce genel kültür yarışmalarının soru yazarlığını yapmış olmamız literatür içinde yol bulmakta bize çok yardımcı oldu. Bazı bitki isimleri gerçekten çok zorlayıcı olmuştu. Latince isimlerden arayarak Türkçesini bulmak her zaman mümkün olmuyordu. Bitkinin çiçeklerinin renginden yola çıkarak isim verme sık görüldüğü için, bitkinin Latince ismine rastlayana kadar Meydan Larousse’ta sarıyla başlayan tüm maddeleri okuduğumuz da oldu.
Sevgili dostumuz Sinan Vural, Çöl Gezegeni Dune ve Dune Mesihi’ni büyük bir özenle yayına hazırladı. Ayrıca işyerinde interneti olduğu için Willis McNelly’ye ulaşmamızı da sağladı. McNelly bize Frank Herbert’la yaptığı harika bir röportajı yolladı.